İstanbul’un Gi̇zemli̇ Güzelli̇kleri̇

Yazı İstanbul’da geçirenler için hanların ve kafelerin altındaki Bizans saray kalıntılarından, üzerine bina yapılmış sarnıçlarına kentin tarihini keşfetmek için yola çıktık.

 

Bastığımız toprağın altında kalmış medeniyetleri daha iyi anlamak için İstanbul’un eski sahiplerinden başlayalım anlatmaya… Şehir, M.Ö. 7. yüzyılda bir balıkçı köyü olarak kuruldu. 2 yüzyıl sonra ise Roma İmparatorluğu’na katıldı ve Constantinople adını aldı. Sonrasında Doğu Roma İmparatorluğu, Bizans oldu ve varlığı bin yıl sürdü. Şehir, 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedildiğinde, yeni bir çağ başlamıştı. Ve bu fetihle şehrin yeni ismi İstanbul oldu. Fetihten 500 yıl sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla da İstanbul şimdi bizim yaşadığımız İstanbul haline geldi. 

Aradan geçen binlerce yılda kurulan medeniyetlerin üstüne hep bir yenisinin eklenmesiyle tarihten birçok yerleşim yeri toprak altında kaldı. Fakat günümüzde kentsel dönüşüm, metro inşaatı ya da arkeoloji uzmanlarının şüpheleri doğrultusunda ortaya çıkan bir sürü yapı bulunmakta. Bu yapıların birçoğunun da maalesef üzerine kaçak inşaatlar yapılmış ya da bir kısmı tahrip edilmiş. 

Merak uyandıran, bir yandan da yürek burkan yolculuğa Çemberlitaş’taki Peykhane Sokak’tan başlıyoruz…

HANIN KAZAN DAİRESİNDEKİ SARAY KALINTISI

İçindeki değerli kalıntıyı oldukça iyi gizleyen Servet Han’ın kapısından girdiğinizde sizi beyaz demir bir kapı karşılıyor. Zaten o kapıyı gördüğünüzde ardında saklanan bir şeyin olduğunu anlamak hiç zor olmuyor. Fakat kalıntıyı görebilmek için özel izin gerekiyor. Kendisini bulmama oldukça şaşıran Kemal Bey yine de kıramayıp sır kapısını aralıyor ve kendimi tarih kokan bir kazan dairesinin içinde buluyorum. Kalıntının Roma senatörlerinden Philoxenus’un Sarayı’na ait olduğu düşünülüyor.

 

 

GEDİKPAŞA’DAKİ İSİMSİZ HANIN İÇİNDE BİR BİZANS SARNICI 

Gizemli hanın adının Kafar olduğu söyleniyordu fakat komşu dükkanların bile handan haberi yoktu. Gözümüze çarpan demir kapının yine bir gizeme açılacağını hissederek zile bastık. Sarnıcın sütununa taktıkları klima ve tavandan geçen koca boruları görünce 6. yüzyıldan kalma bir eserin bu şekilde kullanılması adeta içimizi acıttı.

Kötü örnekler olduğu gibi iyi örnekler de var tabii ki. Moralimizi biraz olsun düzeltmek ve şaşkınlığımızı gidermek için rotamızı Sultanahmet’teki Başdoğan Halıcılık’a çeviriyoruz.

 

 

“ŞU AN BÜYÜK SARAY’DA BULUNUYORSUNUZ”

Bir kafenin arka bahçesinden giriş yapıyoruz ve bizi üzerinde “Şu an Büyük Saray’da bulunuyorsunuz. Gördüğünüz alan Magnaura Sarayı’nın bir bölümü olmalı” yazan eski bir tabela karşılıyor. Sarayın bu kısmı mahzen olarak kullanılmış ve mülk sahibinin kendi çabasıyla kurtarılmış hatta içinden insan kemiklerinin çıktığı söyleniyor.Burda ilgimizi en çok çeken şey özgürce içeride dolanıp başka bir kafenin içinden çıkmış olmaktı. Bir kısmı hala toprakla dolu bu mahzenleri özel izin gerekmeden ziyaret edebilirsiniz.

 

 

 

NAKKAŞ SARNICI

Sultanahmet’teki Nakkaş Halıcılık’ın içinde bulunan sarnıç Hipodrom’da yarışan 4 takımdan biri olan Yeşiller’in tören alanına su sağlamış. Sarnıç şu anda sanat galerisi olarak kullanılıyor ve gayet iyi korunmuş. Ücretsiz olarak ziyarete açık fakat “İstanbul’un yeraltı arkeolojisi” turuna katılırsanız birçok sarnıç içinden burayı da detaylı şekilde rehberlerden dinleme fırsatı bulabilirsiniz.

 

 

 

BİNBİRDİREK SARNICI

Yerebatan Sarnıcı’ndan sonra İstanbul’un ikinci en büyük su haznesi olan sarnıç Bizans kaynaklarına göre 4. yüzyılda imparator I. Constantinus tarafından Philoxenus Sarayı’na su sağlamak için yapılmış. Sanılanın aksine sarnıcın içinde 224 sütun bulunmakta. Oldukça heybetli bir kapıdan girilen sarnıçta düğün, defile veya çeşitli organizasyonlar yapılıyor. Müzekart maalesef geçersiz 10TL karşılığında organizasyon tarihleri haricinde ziyaret edebilirsiniz.

ŞEREFİYE SARNICI

Turumuzun son durağı olan Şerefiye Sarnıcı’na geldik. Bu sarnıç 2010 yılında Eminönü Belediye binasının yıkılmasıyla ortaya çıkmış ve 8 yıl süren restorasyon çalışmasının ardından 25 Nisan 2018 tarihinde ziyarete açılmış. Yerebatan Sarnıcı’ndan bir asır daha eski olduğu düşünülüyor fakat oldukça iyi durumdaydı. 

İstanbul’da nerede bir saray varsa emin olun altında bir de sarnıç var. Bunun sebebi İstanbul’un içilebilir su kaynaklarının kısıtlı olması. Bu sorunu çözmek için de Romalılar ve ardından Bizanslılar sarnıçlar inşa ederek İstanbul’a su taşımaya başladılar. Şehrin hayat damarları altındaki su kanallarıydı diyebiliriz. Sürekli işgal tehlikesi altında olan bu şehir için kapalı sarnıçlar oldukça önemliydi. Bu kapalı sarnıçlardan bilinen en büyüğü yaklaşık 100 bin ton su taşıma kapasitesine sahip Yerebatan Sarnıcı’dır. Bazı arkeologlar İstanbul’un altında daha keşfedilmemiş 100’den fazla büyük sarnıç olduğuna inanıyorlar. Günümüzde en azından keşfedilen sarnıçlar temizlense yerli-yabancı turistler için heyecan verici seyahat rotaları ortaya çıkabilir.

%d blogcu bunu beğendi: