be MAN MAGAZINE OCAK 2023 / HAKAN KURTAŞ

İçerisinde bulunduğu her alanda başarıyı elde ederek bizi kendisine hayran bırakan bir ismi ağırlıyoruz Ocak kapağımızda; Hakan Kurtaş! İzleyiciyle buluştuğu ilk andan bu yana içindeki oyunculuk aşkını fark edebileceğiniz biri. Büründüğü karakterleri bütünüyle ele alan, her karakterinin sonucunda alkışla uğurlanan, oynadığı her rolde önceliği özgürlük alanını genişletmek olan ve her defasında daha da ileriye gidip başarılarına yenilerini ekleyen Hakan ile yaptığımız çekimimiz de bu enerjisi sayesinde fark yaratanlardan biri oldu! Eğlenmek için hayal ettiği bir dünyayı işi olarak hayata geçirebilen bu adamı ayakta alkışlama vakti! Çünkü onda yok yok!

 

RÖPORTAJTUĞÇE ORÇUNUS

FOTOĞRAFELİF DEMİRALP

STYLINGKAYA EFK

SAÇMERT PEKGÜZEL

MAKYAJAYŞE ALTUN/MESUT ÖZUZUN

VİDEOYİĞİT GÜVEN

DİJİTAL İÇERİK DİREKTÖRÜTUĞÇE ORÇUNUS

DİJİTAL İÇERİK EDİTÖRLERİNAYMAN BATIMOR,

KEZBAN BELET, HAMİYET AKTAŞ

 

Çok genç, bu yaşa fazla iş sıkıştırıp başarılara ulaşmış bir isimsin Hakan. Öncelikle oyuncu olma yolculuğun nasıl başladı, onu dinleyelim mi?

İlk kez ilkokul 3’te tiyatro sahnesine çıktım. Mavi sakallı ve mavi saçlı bir kral oynamıştım. Sanırım çocukken oynadığımız tüm oyunlardaki eğlenceyi hissetmiştim. Eğlenmek için hayal ettiğin bir dünya kurma fikri hiç de fena değildi. Üstüne bir de alkışlanınca çok şaşırmıştım. Daha sonra  lise sona kadar hiç kopmadı tiyatroyla aramızdaki bağ. İleride ne yapmak istediğime lise hazırlıkta karar vermiştim; eğlenebildiğim ve oyun oynadığım özgürlük alanlarını hep genişletmek istiyordum. Konservatuvar oyunculuk bölümü sınavlarına hazırlandım ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ni kazandım.

 

Aslında hep hayalinde varmış demek ki bu sektörde yer almak. Aslında üniversite öncesi profesyonel bir basketbol hayatın olmuş, değil mi?

Spor hep bir şekilde hayatımda oldu. Rekabet hissi, mücadeleci ruh, disiplin, pratik zeka ve dinamizm konularının insan olarak beni daha da geliştirdiğini hissediyorum. Genç takıma kadar lisanslı basketbol oynadım, hala boksla ve sporun başka dallarıyla ilgilenmeye devam ediyorum. Fakat hayatta profesyonel olmak istediğim oyunun basketbol olmadığına lisenin başında karar vermiştim. Sektör konusuna gelirsek;  başka insanların, yaptığımız şeylerin üstüne attığı genel bir başlık sadece; ‘’sektör’’. Hikaye anlatmayı ve bunu farklı karakterlerin hayatları aracılığıyla yapmayı istedim hep. Başlığıyla pek ilgilenmedim.

 

Tiyatro mezunusun ve ilk oyununu DOT Tiyatrosu’nda mı oynadın? Nasıl bir tecrübeydi senin için?

Üniversite son sınıftayken DOT gibi yenilikçi bir tiyatroda, beni hayatımda en etkilemiş müzik türü olan punk rock’ ın ismini taşıyan bir oyunda oynamak ve bunun da hakkını verdiğimi izleyenlerden duymak eşsiz bir histi, paha biçilmezdi. Doğru zamanda doğru yerde olmak da çok önemli tabi. Profesyonel yolculuğum genç yaşta yenilikçi, sanatla iç içe, güvenli ama aynı zamanda asi bir yolla başladı. Ödülle ve  takdirle o zamanlar tanışmış olmam, birtakım insanları yavaşlatan hırslardan erken kurtulmama sebep oldu sanırım. Neyi neden yaptığımı her zaman bana hatırlatacak çok güzel bir başlangıçtı. İyi ki Ve viva la punk.

 

Aslında 2011’de final yapan Ezel’in son bölümü ile ekranlarda görmeye başladık seni. Hemen akabinde başlayan Bir Çocuk Sevdim dizisindeki Sinan rolüyle asıl çıkışını yapmış oldun. Nasıl başlarsan öyle gider cümlesine inanır mısın? Güzel bir başlangıç mı oldu senin için?

Herkes bu kadar şanslı başlayamıyor profesyonel hayatına. Bunun kıymetini hep bildim. Türkiye televizyon tarihine geçmiş Ezel gibi bir dizinin final bölümünde yer almak çok güzeldi. Bir Çocuk Sevdim de, ilk işimde Çetin Tekindor gibi bir ustayla çalışmak da öyle. Ondan sonra da ustalarla çalışmayı hep önemsedim ve öyle devam ettim.

 

Sonrasında da yer aldığın projelerin listesi epeyce uzuyor. Hem televizyondaki işlerde yer alırken hem de tiyatro oyununda yer alıp çakıştığın dönemlerin nasıl altından kalktın? Bu tempo bazen yıldırabiliyor oyuncuları.

Televizyon dizilerinin önlenemez uzunluğuyla birlikte giderek zorlaşan bir şey bu ne yazık ki. Ama oyuncunun beslenmesi için farklı mecralarda oyun oynaması gerek bence. Benim hissim bu yönde diyeyim. Bana mecra, oyun, hikaye değişiklikleri yoruculuğunun yanısıra epey besleyici de geliyor. Haftanın 4 günü sahnede boksu konu eden bir oyun oynarken, bir sezon boyunca ekranda başrol oynadığımı biliyorum. Eve sadece uyumaya gidiyordum ama rüyaları  sahnede görüyordum. Okuldan da spordan da öğrendiğim bir şey var elbette; ‘’ pes etmemek’’

 

Beautiful Burnout/Süpernova oyununda bir boksörü canlandırmak için uzun bir süre boks eğitimi aldığını okumuştuk. Boks zorlu bir eğitim süreci gerektirir diye biliyorum, spora yatkınlığın var mıdır?

Yukarıda da söylediğim gibi spor hep hayatımdaydı. O zamanlar tiyatro oyunu için 2 sene disiplinli bir şekilde ekipçe boks dersleri aldık. Birbirine destek olan insanlarla birlikte her zorluğun üstesinden geliyorsun. Sporda hep olan ama bizim ‘’sektör’’ de sıkça unutulan bir şey var orada; sen ben yok, biz varız. Bir sonuç güzel olacaksa onu hep birlikte güzelleştiriyorsun. Birlikte pes etmiyorsun veya birlikte veda ediyorsun.

 

Dönemin hep iyi dizilerinde yer almayı başarmak ve günden güne tecrübelerine yenilerini ekleyip, bugünlere gelmiş olmak takdire şayan bir durum. Özellikle set ortamında kendini en rahat hissettiğin hangi projeydi, hatırlıyor musun?

Teşekkür ederim. Sanırım en rahat hissettiğim set ortamı son dizim ‘’baba’’ idi. Tecrübem ve dinamizmim birbirine güzel ayak uydurdu. Tabii ki kamera önü ve arkasında mükemmel bir ekiple çalıştım.

 

Geçen yıl yayın hayatına başlayan Baba dizisinde de ciddi bir rolün var. Sert duruşunun yanında fazlasıyla duygusal bir İlhan izliyoruz. Çok başarılı bir kadroya sahip dizi. Baba’ya başladığınız ilk günden bu yana sende çağrıştırdığı hisleri alabilir miyiz?

İzleyici olarak da oyuncu olarak da tek renk olmayan, içinde birçok zıtlığı taşıyan karakterler hep ilgimi çekti. Siyahıyla, beyazıyla ve hatta grisiyle yazılan karakterler bana daha gerçekçi geliyor. Ve oyuncu olarak birden fazla uca gidebiliyorsunuz. Çünkü hayatta herkesin birden fazla ucu var. Uçsuz bucaksız olanlar da var. Bir de elbette çocukluk hayalim olan Haluk Bilginer ile karşılıklı oynamayı gerçekleştirmiş oldum. Bunun hayalini kurarken aynı hikayenin içinde sonradan oğluna dönüşecek düşmanını oynamayı dileseydim, kendime bu fazla açgözlü bir hayal Hakan derdim, ama oldu. Hayallerin kotası yokmuş. Tekrar hatırladım. Ve Haluk Abi’den  çok şey öğrendim.

 

Genele baktığımızda hep net duruşu olan, biraz sert, dik duruşlu ve ne istediğini iyi bilen karakterleri oynadığını görüyoruz. Bu rollerin sana gelmesinin altında yatan en önemli sebepler nedir sence?

Bence iki nedeni var; Birincisi, ben öyle rolleri oynamayı talep ediyorum. İkincisi ise sanırım onları iyi oynuyorum. Şaka bir yana; maharetim ve heyecanım motivasyonu güçlü olan, sürprizli, inişli çıkışlı, dönüşümü olan, kalıpların dışındaki karakterleri oynamak yönünde. Heyacanlanmadığım, beni şaşırtmayan rollere zaten okurken inanmıyorum. İnanmadığım bir karaktere de başkalarını inandırmaya çalışmıyorum. Ama her zaman aslolan; hikaye. Ve onun nasıl yazıldığı. Ben sadece hikayeyi anlatanım.

 

 

 

Dizi ve tiyatronun yanı sıra sinemalarda da izliyoruz seni. Yakında var mı yeni bir projen?

Farklı mecralar için okuduğum projeler var. Kendim için en güzelini seçmeye çalışıyorum.

 

Biraz da müzik sevdana değinelim istiyoruz. 2013 yılında Ulaş Tuna Astepe ve Efe tunçer ile kurduğunuz Bir Aralık müzik grubunuz var. Burada senin aktif rolün nedir? Söz yazıp, beste yapmayı sevdiğini biliyoruz.

Üniversitede çaldığımız zamanlar oluşturduğumuz bir gruptu ‘’bi aralık’’.  Şimdilerde  Efe ile çalmaya devam ediyoruz. Kendi adıma tüm dijital platformlarda  yayınladığımız şimdilik 5 şarkı var. Ben genelde söz ve beste yapıyorum ve ritm gitar çalıyorum. Efe ile düzenliyoruz. O da solo gitar çalıyor. Kalben sayesinde tanıştığımız ve birlikte çalmaya başlayacağımız Nihal ve İlker ile bir müzik grubuna dönüşme aşamasındayız.

 

Peki Kalben ile bir araya geliş hikayeniz nasıl oldu? Yazın da güzel konserlere imza attınız. Yeni konserler yakın tarihte başlayacak mı? Nasıl oldu bu buluşma, biraz senden dinleyebilir miyiz?

Kalben oynadığım ‘’Yak bunu’’ oyununa gelmişti. Çıkışında 1 saatlik sohbet sonunda ilkokul arkadaşı gibiydik. Konu konuyu açtı ve çaldığım bir şeyleri utana sıkala ona attım. Aralarında ’’Tesadüfen’ ‘ de  vardı. Birlikte söylemeyi kendisi teklif edince havalara uçtum. Bir gün Kalben, Efe, Nihal, İlker birlikte stüdyoya girip hücum kayıt aldık. Arkadaşımız Ali Farkhonde de video klibini çekti. O günden beri klip YouTubeda , şarkı kalbimizde. Yaz gelince de ince ruhlu Kalben bizi Harbiye ve Bodrum Antik Açıkhava Tiyatrosu konserlerine davet etti. Binlerce kişiyle şarkımızı söyledik. İlk canlı performansımızın Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nda olması rüya gibi oldu bizim için. Efe, Nihal ve İlker ile birlikte ilkbaharın başı gibi kendi konser serüvenimize de başlayacağız bir aksilik olmazsa.

 

Bir de yazarlık tarafın var Hakan. Defo isimli kitabın. Henüz okumamış olanlar için hem kitap hakkında biraz bilgi hem de yazarlığa başlama serüvenin ile ilgili detayları anlatabilir misin?

Üniversitede bir tiyatro oyunu yazmamla başladı her şey. Ondan sonra da durmadım pek. Evde 12-13 tane farklı şeyler not ettiğim defterlerim, bilgisayarımdaki dosyalara dönüştü. Yazdığım başka bir tiyatro oyunu da bir hikaye kitabına. DEFO’nun içinde 16 hikaye var. Her hikaye, içindeki kahramanların ağzından  farklı detayları ve zamanlarıyla anlatılıyor. Defolarımız, bizi eksik gösteren şeylerden ziyade bizi farklı, özgün kılan yanlarımız bence. Kitabın içindeki hikayeleri de kahramanları da bu motivasyonla yazmaya çalıştım. Oyuncu olmam  birbirinden farklı yaklaşık 35 karakter yazmama yardımcı oldu diyebilirim. Şimdilerde içinde oyuncu olarak da yer almak istediğim bir film senaryosunu tamamladım.

 

Adeta sende yok yok! Bravo! Dijital platformlarda da yer alan bir oyuncu olarak, günümüz koşullarında dijitali ve TV’yi karşılaştırmanı istesek.

Öncelikle televizyon dizilerinin süreleri çok uzun. Ve çok hızlı bir tempoda çekiliyor. Bu da ister istemez içeriğin derinliğini ve ona gösterilen özeni etkiliyor. Dijitalde  kısa sürelerde daha seçilmiş hikayeler, daha seçili bir biçimde anlatılabiliyor. Sadece popülist tavır fazla baskın dijitalde de. Daha alternatif, biraz daha riskli bir alan da açılabilir bence dijitalin içinde. Çünkü televizyondan tanıdığımız her şeyin sadece 40-50 dklık uzunluktaki halini üretmek, dijital formatın etkisini azaltıyor bence. Sanki bir fırsat kaçıyor gibi oluyor. Ama umutluyum bu konuda. Daha da gelişecek bence zamanla dijital. Bir oyuncu olarak ben her mecrada elimden gelenin en iyisini yapmak için çabalıyorum.

 

Hayallerini gerçekleştirmeyi başaran bir oyuncu gibi görünüyorsun buradan. Gerçekten öyle mi? Yoksa hep ekleniyor mu yeni hayal ve yapmak istediklerinin listesi?

Hayaller gerçekleştikçe, yeni kurulanların sayısı ve hacmi de artıyor tabii ki. Bu konuda kendime bir sınır koymamayı son tecrübemden öğrendim. Dünyanın farklı yerlerindeki insanlara farklı hikayeler anlatmak en büyük hayalim. Buradaki veya yurt dışındaki bir hikaye de olabilir bu. Çünkü dünya her hikayeyi tanıyabilecek kadar ufak, yeni hikayeler keşfetmek için de çok büyük.

 

İnstagram’da yarım milyon takipçin var. Nasıl kullanıyorsun bu platformu? Mesela senin bir gününü nasıl geçirdiğini rahatlıkla oradan takip edebilir miyiz? Yoksa ara ara mı yaparsın paylaşım?

Herhangi birinin her gününü paylaşmasından ziyade, herhangi birinin her gününün merak edilmesinde bir problem var bence. Özellikle instagramda bu suni merakı doyurmak için aslında başka hayatlar yaşıyormuş gibi gösteren bir kalabalık var. İsteyen istediğini istediği kadar paylaşsın elbette. Ben içimden geldiği gibi paylaşımlar yapıyorum. Evet bu büyük partide ben de varım. Ve kendi stilimle varım demeye çalışıyorum sanırım. Kimi zaman da sıkılıyorum, yabani bir yanım da var. O yüzden ne çok içindeyim, ne de çok dışında diyebilirim. Eğlendiğim kadar varım. Bu arada instagrama ‘mute’ özelliğinin gelmesi de güzel oldu.

 

En çok başarmayı hedeflediğin şey nedir hayatta?

Dünyayı gezmek. Çeşitli okyanuslar, adalar, insanlar  ve hayvanlar görmek. Ve mesleğimi istediğim kadar uzun süre yapmak.

 

Peki son olarak yaşama dair bir motton var ise, paylaşmanı rica etsek?

Tek bir cümlenin her şeyi anlatacağına inancım çok olmasa da aklımdan hiç çıkmayan bir Cemal Süreya dizesi var; ‘An ki fıskiyesi sonsuzluğun’.

%d blogcu bunu beğendi: