Yol bisikletlerine âşık ve Bulut Fabrikası’nın yazarı Gökhan Kutluer, insanlar bisikletle tanışsın, çocukluk hatıralarının peşine düşsün ve bisikletli hayatlara özenip onu yeniden yaşamlarının bir köşesine alsın diye elinden geleni yapan bir bisiklet tutkunu. Denge Tekeri isimli blogu sayesinde, bugüne kadar yüzlerce insanı bisiklet konusunda aydınlattı. Bisikletlilerin arabalar ve hatta yayalar tarafından bile yok sayıldığı İstanbul’da, pedalsız bir hayat yaşayamayacağını anladıktan sonra, beyaz yakalı hayatına noktayı koyup tutkusunun peşinden bisiklet ülkesi İtalya’nın Bergamo şehrine taşındı. Biz de bisiklet tutkunu Gökhan Kutluer’in ilham veren dünyasını, bu ay sizler için mercek altına aldık…
Sosyal medyada zirvelere bisikletle tırmanan fotoğraflarınızla tanıdık sizi. Denge Tekeri’ni açarken, Türkiye’de bisiklet denince ilk akla gelen isimlerden olmayı hayal ediyor muydunuz?
O dönem bir bisiklet firmasında çalışıyordum ve ofisteki işlerim biter bitmez soluğu mağazada, bisikletlerin arasında alıyordum. Bisikletlerle beraber olmanın verdiği keyfin yanı sıra, satış gözlemleme ve gelen sorulara dair inceleme yapma fırsatı da buluyordum. Bir zaman sonra, bisiklete yeni başlamak isteyen kişilerin mağazaya hemen hemen aynı sorularla gelmeye başladığını fark ettim ve bu sorulara tek bir kaynakta yanıt vermek, kullandığım bisiklet ürünleri hakkında yorumlar paylaşıp yeni bisiklet kullanıcılarını aydınlatmak istedim. Denge Tekeri bu şekilde doğdu. Akabinde gelen e-mailler, verdiğim tavsiyeler, benim gibi bisiklete gönül vermiş kişilerle yapılan sürüşler derken; ismim bir şekilde duyulmaya başladı.
Denge Tekeri ve Instagram’da @gokhankutluer hesabıyla geniş kitlelere ulaşmaya devam ederken, geçen yıl yayınladığınız “Bulut Fabrikası” kitabınız da büyük beğeni topladı. Kitap yazmaya nasıl karar verdiniz, süreçten ve içerikten bahsedebilir misiniz?
Bisiklet beni hem maddi hem de manevi anlamda yıllardır besliyor. Onun sayesinde bir sürü güzel insanla tanıştım, bir sürü yeni şehir ve ülke gördüm ve bu durum, hala bu şekilde devam ediyor. Dolayısıyla kendimi ona karşı borçlu hissetmeye başladım ve Bulut Fabrikası’nı yazmaya karar verdim. Kitabın geliriyle yol bisikletinde kariyer yapmak isteyen bir gence, yarışa hazır bir bisiklet armağan etmek istiyorum. Bulut Fabrikası, aslında öykü kitabından daha çok bir an kitabıdır. Çünkü okuyucuyu belli başlı anlara şahit etmeyi, ufak bir dünyaya alıp, biraz düşündürüp, sonra da oradan alıp bambaşka bir yere koymayı seviyorum. Bu yüzden bazı öykülerim direkt olarak bahsi geçen anlarla, bazıları da o anların yaşandığı mekânların betimlemeleriyle başlıyor. Bulut Fabrikası yazıldığı dönemi ve mekânları yansıtan bir kitap… Ancak kişisel anlamda öyle çok fazla benden bir şeyler barındırdığını söyleyemem. Otobiyografik öğeler içeriyor ancak bunların yer aldığı öykü sayısı çok az ve yoğunlukla karakterlerin özelliklerinde değil de, olayların yaşandığı mekânlarla, şehirlerle ilintili. Kitapta 17 tane farklı öykü var ve hepsinin içinde bisiklet ya da ona dair bir şeyler geçiyor. Ancak kitabın ne kapağında, ne isminde, ne de arka kapak yazısında bisikletten bahsetmek istemedim. Çünkü bu kitabı sadece bisiklet insanları alsın istemiyorum. Onlar zaten bisikletin ne demek olduğunu gayet iyi biliyor. Benim amacım; bisikletle biriktirebileceği anıların farkında olmayan ya da onu çocukluğunda bırakmış kişilerin kitaplığına girebilmek. Bu yüzden sosyal medyada kitabımı duyururken, kitabı alanlardan bir tane de bisikletle ilgisi olmayan bir yakınlarına almalarını rica etmiştim. Bulut Fabrikası’nın ilk baskısı kısa bir sürede tükendi, ikinci baskıya devam ediliyor.
İşinizi, İstanbul’u bırakıp İtalya’ya taşındınız. Bu kararı almakta zorlandınız mı? Hayallerinin peşinden gitmek isteyenlere ne gibi tavsiyelerde bulunabilirsiniz?
Kimse doğduğu, büyüdüğü, her yerini bildiği ülkesini ya da şehrini bırakıp gitmek istemez ama bazen şartlar kişiyi buna itiyor. Hem kitabımı bitirmek, hem bisiklet konusunda kendimi biraz daha geliştirmek, hem de başka kültürlere olan merakım yüzünden İstanbul’dan ayrıldım. Zor bir karardı ama uğruna kalınacak pek bir şey de yoktu. İki bavul, iki bisiklet ve bir turist vizesi ile İstanbul’dan ayrıldığım o günü, hayatım boyunca unutmayacağım. Hayalleri kovalamanın altın kuralı başkalarının ne dediğine kulak asmamak ve kendine inanmak… Geçen iki yılı aşkın sürede, en net kavradığım durum bu oldu diyebilirim. Alınan eğitimi yeteneklerle harmanladıktan sonra, üstesinden gelinemeyecek şey yok. Yeter ki o konfor alanından çıkmayı becerebilelim ve kendimize bir başka gözle bakma konusunda kendimizi geliştirebilelim. Sonrası çorap söküğü gibi geliyor.
Hayallerinizin peşinden bisikletin ana vatanı İtalya’ya taşındınız ve İtalya’nın önde gelen bisiklet firmalarında çalışmaya başladınız. Gökhan Kutluer İtalya’da bisiklet aşkıyla neler yapıyor?
Bol bol bisiklet sürüyor, doğada vakit geçiriyor, fotoğraf çekiyor, çalıştıkça öğreniyor, öğrendikçe çalışıyor, bu aralar bir yüksek lisans programına kaydolmayı düşünüyor ve en önemlisi ikinci kitabını yazıyor. İkinci kitapta Türkiye’den nasıl gittiğimi anlatıyor ve bir göçmen olarak İtalya’da yaşadıklarımı tüm gerçekliğiyle okuyucuyla paylaşıyorum. Doğrusunu söylemek gerekirse; bu kitap için ilk kitabım için olduğundan çok daha heyecanlıyım. Çünkü bir nevi kendi hayatımdan yola çıkarak insanlara yetenekleriyle neler yapabileceklerini; yaptıklarında başlarına neler gelebileceğini anlatıyorum. Yani hem iyi hem de kötü anlamda yaşadığım her şeyi, noktasına virgülüne dokunmadan aynen aktarıyorum.
Takipçilerinizin birçoğu sizden ilham aldıkları, sizin onların hayatını değiştirdiğiniz yönde yorumlarda bulunuyor. Gençlere umut aşılayan, hayallerinin peşinden gitmesini öğütleyen Cem Seymen’le fotoğrafınızı gördük. Farklı kulvarlarda, aynı misyonu üstlendiğinizi söyleyebilir misiniz?
Evet, sanırım böyle özetlenebilir. O da, ben de hayal kurmanın ve bu hayalleri gerçeğe dönüştürmenin sayısız yollarından bahsetmeyi çok seviyoruz. Yaz tatili için kısa bir süreliğine Türkiye’ye gelmiştim. Ailem ve arkadaşlarımla hasret giderdikten sonra, uzun süredir sosyal medya üzerinden iletişimde olduğum sevgili Cem Seymen ile görüşmek istediğimi kendisine ilettim. Beni kırmadı ve birer kahve eşliğinde keyifli saatler geçirdik. Vizyonunu, hayattan beklentilerini, gençlere tavsiyelerini öyle çok seviyorum ki, onunla tanışmak benim için adeta bir seviye atlamak gibi oldu. Son derece alçak gönüllü ve doğal biri… Onu tanıdığım için kendimi şanslı hissediyorum. Umarım hayat bizi herhangi bir projede yan yana getirir. Kişilere ilham olabilmek harika… Tatlı bir sorumluluk getirdiği de bir gerçek ama bununla yaşamayı seviyorum. Sosyal medyadan hayatıma dair çok fazla soru alıyorum ve elimden geldiğince yanıtlamaya çalışıyor, tavsiyelerimi sıralıyorum. Faydalı olabiliyorsam, ne mutlu bana… Hayattan bir şeyler beklerken o beklediğimiz ya da çok istediğimiz şeyler için karşılığında ne verdiğimiz, nelerden vazgeçebildiğimiz çok önemli. Tüm dengeyi bunlar belirliyor.
Sosyal medyada sizi farklı bisikletlerle görüyoruz. Peki, Gökhan Kutluer’in “asıl” bisikleti hangisidir? Bu konuda sahiplenici bir yanınız var mı?
Sektörün kalbinde olduğum için hemen hemen her markanın bisikletlerine erişimim var, merak ettiğim bir model olduğunda onu test etme imkânı buluyorum. Eh, bir de fotoğraflarını çekiyorum elbette… Asıl bisikletim Campari kırmızısı, Stelbel SB/03 modeli çelik bisikletim. Tamamen benim ölçülerime göre tasarlandı ve buna göre üretildi. Onun üzerinde kendimi çok iyi ve güvende hissediyorum.
Bir ülkede bisiklet bilinci ve bisikletliye saygı nasıl kazanılır? Sizce ülkemiz bu noktada nerede? Geliştirmek için neler yapabiliriz?
Bu tip konularda bireylerden çok kurumlara iş düşüyor. Bir heves ilk bisikletini alıp birkaç sürüşe çıkan ancak arabalardan tepki gören, bozuk yollardan ve dev mazgallardan rahatsız olan ve ulaşımını sağlayacağı tertipli bisiklet yolları bulamayan kişilere neden artık bisiklete binmediğini sormaya hakkımız olmadığını düşünüyorum. Kamu spotları, medyatik isimlerin teşvikleri, özel sektör ve yerel yönetimlerin projeleri ile bisiklet daha çok göz önünde tutulabilir. Dizilerde, filmlerde, reklamlarda, mağaza vitrinlerinde ve daha bir sürü yerde, deyim yerindeyse ürün yerleştirme çalışması yapılabilir. Ancak tüm bunların eş zamanlı olarak ilerlemesi gerekiyor. Yani bir yandan bisiklete teşvik için çalışmalar yapılırken, diğer yandan da onların kullanılabileceği alanlar yaratılmalı. Aksi takdirde, durumun denizi, gölü ya da nehri olmayan bir şehirde taze balık servis ettiğini iddia eden bir restorandan farkı kalmıyor. Sürecin doğal akışında ilerleyebilmesi, öyle olmasa bile öyle gösterilmesi çok önemli. Pazarlama ve reklamcılık alanında bilgi sahibi kişilerle çalışılmalı ki, algı yönetimi yapılabilsin; bisiklet, toplumun kodlarına yavaş yavaş işlenebilsin.
Bisiklet tutkusunun başlarında olan takipçilerinize, bisiklet alırken dikkat etmeleri gereken noktalardan bahsedebilir misiniz?
İhtiyaca yönelik bisiklet almalarında fayda var. Haftada ne kadar sürecekler? Nereye gidecekler? Bisikletin boyu onlara uygun mu? Keyif için mi, yoksa spor amaçlı mı alıyorlar? Bu soruların hepsine yanıt verebiliyorlarsa, bir mağazaya gidip bisiklet bakmaya başlayabilirler. Şehirde yani sadece asfalt zeminde kullanılacak bir bisiklet alınacaksa, bunu seçerken dağ bisikleti değil şehir veya yol bisikletlerine bakmak gerekiyor. Olması gerekenden kalın lastikler, yolla yaratacağı sürtünme sebebiyle dizlere gereksiz yük yaratıyor. Denge Tekeri’nde şehir bisikleti seçerken dikkat edilmesi gerekenleri sıraladığım bir yazım var. Oradan faydalanabilirler.
Doğadan, keşfetmekten hoşlanan biri olarak hayvanlarla aranız nasıl? Evinizde size arkadaşlık eden birileri var mı?
Hayvanlarla aram çok iyidir. Bisikletle bazen doğanın öyle içinde oluyoruz ki; yolumuz çiftliklere ve tarlalara varabiliyor. Hal böyle olunca da her çeşit hayvanla karşılaşıyoruz. İneklerle, atlarla, keçilerle, koyunlarla, tavuklarla fotoğraf çektirmeye bayılıyorum. Onlara dokunmak, sarılmak ve sevmek her zaman bana büyük keyif vermiştir. İstanbul’da yaşarken iki kedim vardı, taşınmadan önce ailemin evine bıraktım. Bergamo’ya taşındıktan sonra ise, hayatımı rayına koyar koymaz bir kedi aldım. İsmi Zelda. Oldukça oyuncu ve halden anlayan bir kedi… Üzgün olduğum anlarda yanımdan hiç ayrılmıyor. Yaklaşık bir yıldır beraberiz ve umarım çok uzun yıllar öyle oluruz.
Yakın gelecek kariyer planlamalarınızda neler var?
Hayat, biz bir şeyler planlarken onları berbat etmeyi çok seviyor. O yüzden plan yapmıyorum. Geldiği gibi yaşıyor, ana göre aksiyon alıyorum. Genel hatlarıyla yanıtlamam gerekirse; birkaç sene daha İtalya’da kalmayı, ikinci kitabımı burada tamamlamayı ve bir süre sonra bisiklet sektöründen ayrılmayı düşünüyorum. Yerine ne koyacağıma henüz karar vermedim ama hayatımı başka bir yöne doğru çevirmem gerektiğine olan inancım gün geçtikçe kuvvetleniyor.